21.12.2024
19:10
EN

Atatürk ve Türk Tarımı

Atatürk ve Türk Tarımı

Yazar: Bilge Keykubat

 

Yıl 2021…
Verimli toprak çok kıymetli.
Su yaşamsal bir öge.
İklimsel değişiklikler dünyanın geleceğini etkiliyor.
Sıcaklık can alıcı düzeyde.
Gıda üretimi ve adil gıda dağılımı çok orantısız.
Açlık her geçen gün artmaya devam ediyor.
Su ve gıda artık bir savaş aracı.
“Dünyada Ana” varlığını sürdürebilecek mi?
Sorusuna
Pandemi ile birlikte artık
Aç mı kalacağız?
Sorusu eklenmiş durumda…

 

İlk çağlarda insanlar içgüdüsel bir hareketle, hayvanların yaptığı şekilde, yaşamlarını devam ettirmek için bitkisel ve hayvansal besinleri doğadan arayıp topluyorlardı. Devamlı olarak besin arayışında oldukları için göçebeydiler. Çok ilkel saklama şekilleri ile az da olsa doğadan bulabildikleri gıdaları saklıyorlardı. Gıda alışverişi de daha başlamamıştı.

Doğa ana henüz insanlara bütün nimetlerini göstermemişti. Henüz gösterişli giysiler, şatafatlı evler ve tabi ki de atıklar yoktu.

Ancak farklı gruplar arası karşılaşmalar yıllar ilerledikçe artmaya başladı. İnsanların birbirlerinin mallarını gasp etmeleri o günlerde başlamıştı.

Tarihin ilk zamanlarında da gıda çok önemliydi…

Dönemin insanlarının topladıkları ve ilkel de olsa depolayabildikleri tohumlar, yumrular ve soğanlar çimlenmeye başlayıp, yeni bitkiler oluşturmaya başladığını görmeleri ile aslında tarım başlamış oldu.

İnsan grupları keşfettiklerini bir diğer gruba aktara aktara yeni yöntemler bulmuş, yıllar ilerledikçe üstlerine ilave bilgiler de eklendikçe yeni yöntemler daha da ilerlemiştir.

Yıllar geçmiş, yeni devletler kurulmuş, yeni ırklar ortaya çıkmaya başlamış, gıda da doğal olarak önemini arttırmış ve tarım her geçen gün daha da ilerlemek zorunda kalmıştır.

Anadolu ise, üstünde yaşayan tüm insanlara her daim bereketini, doğurganlığını göstermiştir. Tüm dinlerde adı geçen kutsal meyvelerin hepsini topraklarında yetişmesini sağlayan kadim topraklar bu meyveleri de kendisi gibi hep veren ve hep üreten şeklinde yapmıştır.

Anadolu’nun verimli toprakları insanları devamlı kendine çekmiştir.

Çok eski zamanlardan itibaren Anadolu’da ekonomik hayat tarıma dayalıydı. Bereketli ovaları, mükemmel iklimi, yeterli denilebilecek su kaynakları ile tarım için en elverişli yerlerden olduğunu belli ediyordu Anadolu toprakları. Bir de üstüne coğrafi olarak gücü de eklenince bir anayurt olarak çıkıveriyordu ilk zamanlardan beri. Hayvanların evcilleştirilmesi ve ekilen tarlaların diğer guruplardan ve vahşi hayvanlardan zarar görmeme çabaları yerleşik hayata geçişi kolaylaştırdı.

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Tarım…

Neredeyse Akdeniz’i bir iç deniz haline getirme hayaline yaklaşan ve 600 yılı aşkın süre dünya tarihinde adı anılır bir yer almış olan Osmanlı İmparatorluğu’nda ekonominin en önemli sektörü tarımdı. Başlangıçta göçebe bir hayat yaşayan halk imparatorluğun gelişmesi ve idari düzenin yerleşmesi ile yerleşik hayata geçmiştir.

17. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı devleti tarım ürünleri bakımından kendine yeten bir ülkeydi. Ancak, zaman zaman karşılaşılan kuraklık, sel, isyanlar, göçler ve tımar sisteminin bozulması üretim kayıplarına neden olmuştur.  Özellikle hububat ve bağ bahçe ziraatı ön plandayken, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa'da sanayinin gelişmesi doğrultusunda tütün, pamuk gibi sanayi bitkilerinin üretimi önem kazanmıştır. Ayrıca Avrupa'nın tarım ürünü ihtiyacı artınca Osmanlı İmparatorluğu’nda geçimlik düzeyde üretimden pazar ekonomisi ihtiyaçlarını karşılayacak bir üretim düzeyine gelinmiştir. Hayvancılıkta; öküz, manda gibi hayvanlardan toprakları ekmek için tarlada; etinden, yağından, sütünden mutfakta; yünü ve derisinden sanayide; taşıma ve ulaştırmada ve maliye alanında ise alınan vergiler devletin gelir kaynaklarını oluşturmuştur.

Osmanlı kayıtları nüfusun %80-90’ının tarımsal faaliyetlerden gelir elde ettiğini göstermektedir.

Osmanlı’nın ilk dönemlerinde çiftçiler yaptıkları üretime göre adlandırılmış ve buna göre kategorilere ayrılmıştır. Kullanımlarındaki arazi büyüklüğüne göre çift, nîm çift, bennâk, caba, mücerret gibi sınıflara ayrılan köylüler vergilendirilmişlerdir. Tarımsal faaliyet devlet kontörlünde sürdürülmüştür.

Devlet mülkiyetine dayalı bu toprak sistemine “mir-i arazi” denilmektedir. Mir-i arazi rejiminde toprağın çıplak mülkiyet hakkı devlete aittir. Mir-i arazi rejiminde doğrudan yönetim tarafından oluşturulmuş ve hiyerarşik bir mülkiyet sıralaması getirilmiştir. Toprakta en büyük pay sahibi olan padişahı sadrazam, vüzera, ümera, beylerbeyi, sancakbeyi ve askeri görevler için dirlik verilen sipahiler izlemektedir.

Köylü kiracı olarak toprağı işlemektedir. Köylü toprağı kullanım hakları karşılığında devlete vergi ödeme yükümlülüğüne sahip olmuştur.

Osmanlı mir-i rejimi 3 farklı toprak sistemini içinde barındırmıştır.

Has; Geliri 100.000 akçeden fazla dirlikler olup üst düzeydeki idarecilere tahsis edilmişlerdir. Has sahipleri tımardan farklı olarak her beş bin akçe için 1 asker hazırlamakla yükümlü olmuşlardır. Has göreve bağlı olarak verildiği için sahipleri de sık sık değişmiştir.

Zeamet; Geliri 20.000-100.000 akçe arasında olan ikinci derecedeki emirler, beyler ve sancak beylerine verilen dirliklerdir. Zeamet sahipleri (zaim) de her beş bin akçe için 1 asker hazırlamakla yükümlü olmuşlardır. Tımar sahipleri gibi topraklar çok sınırlı bir şekilde ve küçülerek izinle babadan oğula geçmiştir.

Tımar; Ekonomik açıdan toprakları rasyonel bir şekilde işleterek hububat üretiminin ara verilmeksizin sürdürülmesini amaçlayan tımar sistemi Osmanlı tarımının temelini oluşturmuştur. Bu sistem, Selçuklu toprak düzeni olan “askeri ikta” sistemini esas almıştır. İkta sistemi Hz. Ömer zamanında istila sonucu sahipsiz kalan toprakların devlete vergilerinin ödenmesi şartı ile şahıslara verilmesi yöntemi ile başlamıştır.

Tımar sistemi, bilindiği gibi, devletin birtakım gelirlerini hizmet karşılığında dirlik sahibi denilen ve genellikle askeri ve idari görevler yüklenen kişilere verilmesine dayanmaktadır. Devlet tımar sistemi ile vergi gelirlerini toplamak için büyük bir mali örgüt kurup bunun devamını sağlama yükümlülüğünden kurtulmuş, aynı zamanda vilayetlerde düzeni sağlamış ve savaşlar için de büyük bir askeri güç oluşturmuştur.

Tımar sisteminde toprak sınırlı da olsa küçülerek babadan oğula geçebilmiştir. Bu da batı toplumlarında yaşanan ve bir sınıf farkı yarat an derebeylikten farklı olduğu için uzun süre sistemin işlemesine olanak sağlamıştır.

Toprağı kiralayan ve işleyen çiftçiye de tanınan haklar Osmanlı toprak düzeninde en önemli konulardan biri olmuştur.

Aynı zamanda toprağını nadas dışında 3 yıl üst üste işlemeyen çiftçiden “çift bozan” veya “leventlik akçesi” adı altında toprağın boş kalmasından doğan zararları ödemek için vergi alınmıştır.

Arazi kullanımına karşılık toprağın verimliliği de dikkate alınarak elde edilen üründen 1/10 ile 1/50 arasında ayni “aşar/öşür” vergisi alınmış ve her yıl 33-36 akçe arasında değişen “çiftçi akçesi” adı altında devlete arazi kiralamadan dolayı vergi ödenmiştir. Bunların dışında pazarda satılan mallardan “baş”, topraksız veya az topraklı çiftçilerden bennak adı ile vergiler de alınmıştır.

Kayıtlara bakıldığında en önemli ürünlerin tahıllar olduğu görülmektedir.  Bu dönemde yasak olmasına rağmen özellikle Mısır, Venedik ve Trakya’dan yapılan Buğday ihracatından yüksek kazanç sağlandığı belirlenmiştir. Pirinç, pamuk, kendir, kenevir ve tütün önemli pazar oluşturan ürünler olmuştur. Ayrıca sebze tarımı, özellikle koyunculuk ve başta bağcılık olmak üzere meyve yetiştiriciliği de önde gelen tarımsal faaliyetler arasında yer almıştır. Bağcılığın ve meyveciliğin gelişmesindeki nedenlerin başında bu alanların yetiştiricilik gereği çift ile çevrilmesinden doğan mir-i arazinin mülk araziye dönüştürülmesidir.

Meraların geniş olması, et tüketiminin fazla olması, deri işleme sanat ının yaygın olması ve geleneksel yaşam tarzının devamlılığı ve geçimlik üretim yapan çiftçilerin varlığı koyunculuğun artışındaki temel etkenler olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişmesinde toprak rejiminin rolü önemlidir. Mir-i arazi sistemi ile yetiştirilen büyük bir askeri güçle uzun yıllar üç kıtada hüküm sürmesini sağlamıştır. Ancak, duraklama dönemi ile de toprak düzeni yani mir-i arazi düzeni bozulmaya başlamıştır. Rejimin bozulması birbiriyle ilişkili nedenlere bağlı olmuştur.

Tarım ürünlerinin fazlası devletçe alındığı için bu işleyişi bozacak ve toplumsal gelişimi hızlandıracak hiçbir çabaya izin verilmemiştir. Bu yapı değişime ve yeniliğe karşı dirençli bir yapıya dönüşmüştür.

Hiç bitmeyen seferler nedeni ile ordu yorulmuş ve güçsüzleşmiştir. Bu süreç ordunun yapısında da değişmelere neden olmuştur. Ordunun ateşli silahlar ile desteklenmesi tımarlı sahiplere olan ihtiyacı da azalmıştır. Bu nedenlerle daha az önemli olan tımarlar sipahilerden alınmış ve ihale yöntemi ile mültezim adı ile anılan kişilere devredilmiştir. Mültezimler, daha çok Kar elde etmek amacı ile padişaha ihalede ödedikleri götürü usulü vergiden daha fazlasını reayadan almak için her türlü baskıyı uygulamış ve köylünün yoksullaşmasına neden olmuştur. Askeri sistem toprak sisteminden beslenme si bu hızlı düşüşü yaratmıştır.

Genişleyen imparatorlukla birlikte artan nüfus, fetihlerin durması ile istihdam sorunu yaşatmaya başlamıştır. Bu sorunla karşı karşıya olan nüfus belirli büyüklükteki çiftliklere dağıtılmış ve sürekli vergi artışı ile yoksullaşan köylüyü giderek yoksullaştırmıştır. Mültezimlik tarımda modernleşmesini engellemiş, haberleşme ve ulaşım olanaklarının yetersizliği de eklenince çiftçi içe dönük üretime yönelmiştir.

İdari ve siyasi bozulmalarla ekonomik sıkıntılar aynı dönemde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Bu idari bozukluk kapı kulu askerlerinin dahi dirlik sahibi olması ve devlet kademesinde rüşvetin yaygınlaşmasına neden olmuştur. Geçim sıkıntısı içinde olan ve yüksek vergi ile daha zor duruma düşen köylü, tefecilere yönelmiştir. Borçların ödenememesi de toprağın tefeciye devredilmesi sonucunu doğurmuştur. Ayrıca, rüşvet ve bürokratik baskılar büyük ve verimli arazilerin belirli kişiler elinde toplanmasına neden olmuş ve hepsine ortak olarak “ayan” denilen yeni toprak sahipliği (mültezim, mütesellim, toprak ağası vb) ortaya çıkmıştır.

Bu süreçte, Avrupa’da toprak düzeninin ferdi mülkiyete geçmesi ile modern tekniklerin kullanılması gelir artışını sağlamıştır. Ekonomik üstünlük birçok avantajı da sağlamıştır. Tarım dışı faaliyetlerin gelişmesi, tüm alanlarda teknolojinin kullanılması mümkün olmuştur.

Gelişen ticaret yolları Akdeniz’in dolayısı ile Osmanlı mülkünün gelirini geriletmiş, Avrupa’da yaşanan enflasyon Osmanlı İmparatorluğunu ucuz gıda maddesi ve hammadde ithal edilen bir pazar durumuna dönüştürmüştür.

Bu da batıya hammadde üreten bağımlı bir yapı ortaya çıkarmıştır. Ülkemiz hammadde tedarikçiliğinden günümüzde dahi tam olarak kurtulamamış durumdadır.

Cumhuriyete kadar yeni toprak düzeni giderek belirli kişilerin ellerinde toplanan tımar sahipleri güçlerini de artırmışlardır. Bu da padişahlık makamı için bir tehlike olmaya başlamıştır. Merkezi idarenin de zayıfladığı bu dönemde ayanlar köylüye iyi davranmadıkları gibi ödemekle yükümlü oldukları vergileri de ödememişlerdir. 1808 yılında ayanlar II. Mahmut’a “sened-i ittifak” imzalatmış ve daha da güçlenmişlerdir. Bu ittifakla ayanlar, vergi imtiyazlarını ve ırsi hükümranlıklarını kabul ettirmişlerdir. 1812 yılından sonra II. Mahmut geniş bölgelerde hüküm süren bu ayan sınıfını ortadan kaldırmayı başarmış ancak köy ağaları daha dağınık yarı feodal unsurlar olarak varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir.

Batılılardan gelen baskılarında etkisiyle Osmanlılarda geçerli olan tarım­da devlet mülkiyeti (miri arazi) sistemi yerine, tarımı özel mülkiyete açmayı, toprağı fiilen işleyenin mülkiyetine bırakmayı amaçlayan ve 1858 Arazi Yasa­sı ile miri arazinin hukuki rejimi yeniden belirlenmiştir. Yasada küçük çiftçi­leri koruyucu, toprakların belli ellerde toplanmasını önleyici, toprağın alım sa­tımını yasaklayıcı, yabancıların tarım arazisi almasına engelleyici hükümler bulunmasına rağmen, daha sonra tüm kısıtlayıcı hükümler ortadan kaldırıl­mıştır. 1866 yılında çıkarılan bir Yasa ile yabancılara toprak alma hakkı ta­nınmış ve izleyen yıllarda Batı Anadolu’da yabancıların eline geçen topraklar, 56 milyon dönüme ulaşmıştır.

Arazi Yasası, köylülerin işledikleri topraklar üzerinde fiili denetim kuran toprak ağalarının gücünü meşrulaştırmıştır. Ayrıca Yasa, miri arazilerin mül­tezimler, esnaf, nüfuzlu kamu görevlileri ve paşalar tarafından paylaşılması­na yol açmıştır. Bu dönem, 4.10.1926 tarihinde kabul edilen Medeni Kanun’a kadar devam etmiş ve bu Yasa ile mutlak mülkiyet esası getirilmiştir. Devlet böylece, rakabe hakkına dayanarak araziyi geri alma hakkını kaybetmiştir. Sonuçta, miri arazi değil, mülk arazisi toprak mülkiyetinin esasını oluştur­muştur. Medeni Kanun, on yıl nizasız ve fasılasız hüsnüniyetle ve malik sıfa­tıyla tasarruf edilen arazinin tapu dairesine zilyetleri namına tescil edilmesi­ni kabul ederek, arazi üzerinde özel mülkiyet hakkını tesis etmiştir. Böylece, piyasa ekonomisine geçişte önemli bir adım atılmıştır.

Kapitülasyon altında olan ülke, 1878-1913 yılları arasında her yıl ortalama 75 bin ton un, 65 bin ton pirinç ve 10 bin ton buğday ithal etmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle her yıl yaklaşık 12 milyon altın lira ödenmiştir.

1900’lü yıllar…

Ardı ardına gelen savaşlarla 4 cephede savaştan yeni çıkmış, yorgun ve yeni kurulmuş bir ülke. Halk sefalet içinde. Nüfusun önemli bir kısmı okuma yazma bilmiyor. Cehalet hat safhada. Korku ve güvensizlik zekanın önüne geçmiş durumda. Savaşlarla geçen yılların ardında, beden gücüne ihtiyaç olan işlerde çalışabilecek erkek nüfusunda önemli eksiklikler var. Ülke topraklarındaki nüfusun önemli kesimi kırsalda yaşıyor. Kırsaldaki bu çoğunluğun ülke siyasetinde adı bile dillendirilmiyor. Kalkınmayı başlatacak eğitimli kesim yok. Çok fazla iç sorun var. Sermayesi olmayan, girişimcilik bilmeyen yoksul bir toplum var. Sanayi diye bir kavram şehir efsanesi durumunda. Kan, acı, korku ve ümitsizlik halkın boş bakışlarında görülebiliyor. Tek üretim batı ülkelerine hammadde üreten bağımlı bir yapı.

Bir de üstüne 1929-1930 yıllarında dünyadaki ekonomik buhranın etkisi ile, zaten zar zor yürüyen üretimin durması, çiftçilikten kaçış, işsizlik, sermaye ve kredi yokluğu, tefecilik, çiftçinin alım gücünün ve ödeme gücünün çok düşmesi eklenince;

Sanayisi, silahı, yolu, işi ve yiyeceği olmayan bir halk.

İşte böyle bir dönemde yıllardır okuduğu kitaplar, incelediği ülkeler ve bunları birleştirip aklının ve edindiği deneyimlerinin ışığı altında yorumlayarak tüm olumsuzluklar, iç ve dış düşmanlara karşı bir milletin geleceğini çizmeye çalışan bir ATATÜRK…

ATATÜRK VE TARIM

Atatürk geçmişi iyi etüt etmesi ve geleceği görüşlülüğü sayesinde Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren pek çok alanda atılımlar yapmış ve yapılmasına da olanak sağlamıştır. Ancak bunların içinde bence en önemlisi günümüzde de bütün dünya devletlerinin kabul ettiği ve bu şekilde davrandığı gibi tarım ve gıdadır.

İşte bu aşamada öncelikle Atatürk’ün birkaç konuşmasını okumak ve o günkü koşullara göre bu konuşmaları düşünmek gereklidir.

17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi’ni Açış Söylevi

Osmanlı tarihinde bütün gayretler, bütün çalışma, milletin isteği, emelleri ve gerçek ihtiyaçları açısından değil, belki şunun bunun özel emellerini, tutkularını karşılamak açısından gerçekleşmiştir. Örneğin Fatih İstanbul’u aldıktan sonra, yani Selçuk saltanatı ile Doğu Roma İmparatorluğu’nun mirasına konduktan sonra, Batı Roma İmparatorluğu’nu da zaptederek büyük bir saltanat kurmak istedi. Böyle geniş bir emel izledi. Böyle bir emeli izlemek ve uygulayabilmek için bütün milleti, ana unsuru arkasından bu hedefe doğru yönlendirdi. Örneğin Yavuz Sultan Selim, Fatih’in açtığı batı cephesini sağlamlaştırmakla beraber; bütün Asya’yı birleştirerek büyük bir İslâm İmparatorluğu meydana getirmek üzere böyle bir siyasî meslek izledi. Ana unsuru bunun arkasından dolaştırdı. Kanuni Süleyman her iki cepheyi en üst derecede genişletmek, bütün Bahr-i Sefid’i (Akdeniz) bir Osmanlı havuzu  haline getirmek, Hindistan üzerinde gücünü kurmak gibi çok büyük, şahane bir siyaset izledi. Bu siyasetin uygulanması için ana unsuru kullandı.

Arkadaşlar, bütün bu işler ve hareketler, doğruluğu araştırılırsa, görülür ki bu büyük, güçlü padişahlar takip ettikleri dış siyasette kendi emelleri, hırsları ve arzularına dayanmışlardır. Büyük ve şahane arzularına dayanmakla beraber iç kuruluşlarını, iç siyasetlerini bu tutkularından doğmuş olan dış siyasetlerine göre düzenlemek zorunda kalmışlardır. Halbuki dış siyaset iç teşkilât ve iç siyasete dayandırılmak mecburiyetindendir. Yani iç teşkilâtının dayanamayacağı genişlik derecesinde olmamalıdır. Yoksa hayalî, dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanma noktalarını kendiliğinden kaybederler. Gerçekten Osmanlı hakanları, asıl olan noktayı unuttular. Duyguları ve emelleri üzerine bütün hareketleri ve fiilleri yaptılar. İç teşkilâtlarını dış siyasetlerine uydurmak zorunda kalınca aldıkları memleketlerde bütün unsurları: dilleri, dinleri, gelenekleri, her şeyi başka başka olan ve birçok milletlerden ibaret bulunan bu unsurları, olduğu gibi korumaya kalkıştılar ve onlara bütün bu şeyleri koruyabilecek ayrıcalıklar verdiler. Buna karşın ana unsur, uzun seferler yapmakla zafer meydanlarında ölmekle, zapt olunan memleketlerin kendisini ve halkını beslemekle ve onlara bekçilik etmekle kendi kendini yıpratıyordu. Bununla birlikte millet, ana unsur; kendi evinde, kendi yurdunda ve kendi hayati gereklerini kazanmak için çalışmaktan tamamen mahrum bir halde bulunuyordu. Bu tac sahipleri yöneticiler milleti böyle diyar diyar dolaştırmakla, onlara kendi yurtlarını düşünmeye izin vermemekle de yetinmiyorlardı. Belki fetihler sonucu elde edilen halkı memnun edebilmek için, sonra yabancıları memnun edebilmek için doğrudan doğruya, ana unsurun hukukundan ve hayati ve iktisadî kaynaklarından birçok şeyleri karşılıksız yardım olarak, hediye olarak onlara veriyorlardı. Örneğin Fatih zamanında Cenevizliler’e ve Patrik’e verilen ayrıcalıklar ile açılan yol, kendisinden sonra daima genişlemiş ve sağlamlaştırılmış bulunuyordu. Bu ayrıcalıklar, devletim en kuvvetli, en büyük zamanında gerçekleşmiş oluyordu. Ancak ve ancak bir padişah yardımı karşılıksız sunulan bir destek olmak üzere gerçekleşmiş oluyordu. Hepiniz hatırlayabilirsiniz, Kanunî Sultan Süleyman zamanında Venediklilerle ticaret antlaşması yapılmıştı. Fakat Padişah, Venediklilerle ticaret antlaşması yapmayı kendi şerefine ve onuruna aykırı buldu. Zira onun anlayışına göre antlaşma, birbirine denk milletler arasında yapılırdı. Halbuki Venedik o zaman Osmanlı Devleti’ne denk olmak şöyle dursun, onun doğrudan doğruya koruması altında idi. Bundan dolayı padişah böyle bir devletle antlaşma yapamazdı; ancak ona yardımlarda bulunabilirdi. Ve yardımlarda bulundu. İşte bu yardım kelimesi kapitülasyonlar kelimesi ile tercüme edilmiştir. Halbuki biliyorsunuz, kapitülasyon kelimesi, bir kale içinde kuşatılan, korunma gereçlerini ve vasıtalarını kullandıktan sonra teslim olmak zorunda olanlar hakkında kullanılan bir kelimedir. İşte böyle bir kelimeyi, padişahların yardımını tercüme ederken kullanmış bulundular. Bu ufak ayrıntıyı iki noktadan tekrar edeyim: Millet hayati gerekleriyle uğraşmaktan yasaklanmış olarak diyar diyar dolaştırılıyor ve bu yeni diyarlar halkı, birçok ayrıcalıklara sahip olarak çalışılıyordu. Yani fatihler, ana unsuru peşine takarak kılıçla fetihler yaparken, kılıç sallarken zaptolunan memleket halkı kazandıkları ayrıcalıklarla sabana yapışıyorlar; toprak üzerinde çalışıyorlardı. Arkadaşlar, kılıç ile fetih yapanlar, sabanla fetih yapanlara yenilmeye ve sonuçta yerlerini bırakmaya mecburdurlar. Nitekim Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur. Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Romenler sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişler; bizim milletimiz de böyle fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde böyle gerçekleşmiştir. Örneğin Fransızlar Kanada’da kılıç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmiştir. Bu medenî sabanla kılıç mücadelesinde sonunda muzaffer olan sapandır. Ve Kanada’ya sahip oldu. Efendiler, kılıç kullanan kol yorulur, sonunda kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm olur. Lâkin saban kullanan kol; gün geçtikçe daha fazla kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikçe daha çok toprağa sahip olur. (http://www.atam.gov.tr)

17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nde alınan kararlardan tarım ile ilgili olanlara kısaca değinirsek;

  1. Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması gerekmektedir.
  2. El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir.
  3. Devlet yavaş yavaş iktisadi görüşleri de olan bir organ haline gelmeli ve özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır.
  4. Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir Devlet Bankası kurulmalıdır.
  5. Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir.
    Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.
  6. Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır.
  7. Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır.
  8. İş erbabına amele değil, işçi denmelidir.
  9. Sendika hakkı tanınmalıdır.

Prof. DR. Zeki HAFIZOĞULLARI’na göre ( http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-46/izmir-iktisat-kongresi-gorusler-ve-degerlendirmeler) İzmir İktisat Kongresi’nin en önemli sonuçları arasında:

İzmir İktisat Kongresi, bir yandan tarım, orman, asayiş, ulaştırma, maliye ve vergi, bankacılık, sigortacılık ve borsa, ticaret, sanayi ve gümrük, madenlerin işletilmesi, tarım, ticaret ve sanayi odalarının kurulması, işçi, işçilik ve işçi sendikaları, ekonomi, tarım, ticaret ve sanayi eğitimi ve öğretiminin şartlarına ve imkanlarına göre temel esaslarını ve yönlerini belirlerken, öte yandan tüm bu faaliyetlerin içinde cereyan edeceği hukuk düzeninin temel esaslarını ve yönlerini belirlemeye çalışmış, dolayısıyla, en başta, “Ticaret kanunlarımıza nazaran hukuk-i medeniye ve ticariyemizin vikayesini amir mesail ve mevadın nazar-ı ihtimama alınmasını emretmiştir” olarak göstermiştir.

Her ne olursa olsun o dönemde ve o koşullarda yapılmış olan bu kongre milli bir ekonomi politikasının gerekliliğini açık seçik gözler önüne sermiştir.

İzmir İktisat Kongresi bana göre; Atatürk’ün geleceğe yönelik hedeflerini ve bu hedeflere ulaşma yolundaki kararlılığının bir göstergesidir.

16 Mart 1923 Adana Çiftçileri ile Konuşma

Sayın çiftçi kardeşlerim;

Diyebilirim ki hayatımda yaşadığım en yüce, en sade, en mutlu ve içten gece bu gecedir. Çünkü bu gece çok derin saygılarla, sevgilerle bağlı olduğumuz milletimizin büyük çoğunluğunu oluşturan çiftçilerimizle bir sofrada bulunuyorum. Bu sofrada onların emekleriyle üretilmiş ekmeği onlarla beraber yiyoruz.

Arkadaşlar! dünyada fetihlerin iki aracı vardır. Biri kılıç, diğeri saban. Başka yerde de söyledim ve burada bir daha tekrarı yararlı buluyorum. Zaferinin aracı yalnız kılınçtan oluşan bir millet, bir gün girdiği yerden kovulur, rezil edilir, sefil ve perişan olur. Öyle milletlerin sefaleti, perişanlığı o kadar büyük ve acı olur ki, kendi memleketinde bile esir bir halde kalabilir. Onun için gerçek fetihler yalnız kılınçla değil, sabanla yapılandır. Milletleri vatanlarında yerleştirmenin, millete aynı kararda sürekli tutma vermenin aracı sabandır, saban, kılıç gibi değildir. O kullanıldıkça kuvvetlenir. Kılıç kullanan kol çok geçmeden yorulduğu halde sapanını kullanan kol zaman geçtikçe toprağın daha çok sahibi olur. Kılıç ve saban bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi. Tarihin bütün olayları hayatın bütün gözlemleri bunu doğruluyor. Milletimiz çok büyük acılar, yenilgiler görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun gerçek sebebi şundadır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıncını kullanırken, diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık.

Arkadaşlar! Felâketler, üzüntüler, yenilgiler milletler üzerinde birtakım etkenler oluşmasına neden olur. Bu etkenlerden başlıcası, öyle kara günlerinden sonra milletlerin uyanıklığını ve ağırbaşlılığını bulması, kendi benliğini duymasıdır. Uzun yüzyılların acıklı sonuçları neticede bizim milletimizde de bu duyguları doğurdu. Tam bir güvence içinde söylerim ki, milletimiz baştan başa böyle bir uyanıklığa sahip olmuş, olgun bir millet halindedir. Açıklıkla ve tam bir övünçle ilân ederim ki, bu millet milli benliğini anlamış, bulmuş ve bunu bütün dünyaya ispat etmiştir. Milletimiz son zaferleri hep bu duyguları, bu anlayışı sayesinde kazandı. Milletleri yükselten bu duygulara bir neden daha ilâve edelim; intikam hissi… Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu basit bir intikam değil, hayatına, yazgısına, refahına düşman olanların zararlarını temizlemeye yönelmiş bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet acizlik ve zayıflıktır. Bu, insaniyet göstermek değil, insanlık duygusunun sona ermesini ilân etmektir. Arkadaşlar, milletleri kurtaran bu duyguların ve nedenlerin gelişimini en fazla çiftçilerimizden sağlamalıyız. Çünkü çiftçi ve çoban bu millet için temel unsurdur. Gerçekte diğer unsurlar bu ana unsur için gerekli ve yararlıdır. Ancak hiçbir kuruntuya kapılmadan bilmeliyiz ki o asli unsur olmazsa diğer unsurlar da yoktur. (http://www.atam.gov.tr)

18 Mart 1923 Tarsus’ta Çiftçilerle Konuşma

Tarsus’un Saygıdeğer Çiftçileri!

Adınıza söylevde bulunan arkadaşınız beni çok duygulandıran sözleriyle sizlerin kalbinizde, vicdanlarınızda, beyinlerinizde var olan duyguların ve düşüncelerin, benim tarafımdan bilindiğini ifade ettiler. Bu söz gerçekten doğrudur. Ben ne düşündüklerinizi bilen, ne hissettiklerinizi duyan, ne dertleriniz olduğunu anlayan bir arkadaşınız, bir kardeşiniz olmakla övünmekteyim. Bildiğim, duyduğum, anladığım bu şeylerin esası sizlerde, büyük kalplerinizde var olan cevherdir. Bu kıymetli cevherdir ki, bu milleti kazadan belâdan, yok olmanın felâketinden kurtardı ve milletin en kuvvetli dayanma temeli oldu. Sizler için, memleket için, her taraftan çiğnenen vatanı kurtarmak için, diğer arkadaşlarla beraber hizmete atılmaklığım, bana başarımıza güvenmek cesaretini veren, hep sizlerin kalp ve vicdanlarınızdaki duygulardan haberli bulunuşumdandı. Sevgili çiftçiler! Şimdiye kadar sizi anlayan, sizin büyük ruhunuzu takdir eden bu arkadaşınızın sizin için, sizin refahınız ve geleceğiniz için neler düşündüğünü, bundan sonra da inşallah maddi kazançlarıyla öğrenmiş olacaksınız. Bu konu için şimdi burada fazla söz söylemeyi gereksiz sayıyorum. Yalnız bir iki kelime arz edeyim: Şimdiye kadar yani üç buçuk yıl önceye kadar vatanın birçok unsurları içinde en çok zahmet, sıkıntı, acı çeken sizdiniz. Herkesten çok çalışan siz olduğunuz halde, en çok cefayı çeken sizdiniz. Vatan en çok sizin emeğinize dayandığı halde en az mutlu olan yine sizdiniz. Bunun nedeni sizinle ilgilenilmemesi idi. Sizi düşünen pek az kimse vardı. Siz çiftçiler o eski hükümette, genellikle hemen hiç düşünülmüyordunuz. Sizi ne zaman düşünürlerdi, bunu çok iyi bilirsiniz. Sizi ya savaş olunca, ya hazinelerini doldurmak gerekince hatırlarlardı. Bundan dolayı çalışan sizdiniz; kazanan, ölen sizdiniz. Sonuçta siz yoksulluğa mahkûm olurdunuz. Sizin faaliyetinizden, özverinizden başkaları yararlanırdı. Artık bundan sonra böyle olmayacaktır. Artık her şeyden önce kendinizi düşünecek, kendi evinizi bayındır kılacak, kendi rahatlığınızı sağlayacak, ikinci derecede başkalarını düşüneceksiniz. Hepinizin malumudur ki, milletin çoğunluğu sizlersiniz ve yine bilirsiniz ki, memleketimiz şu iki şeyin memleketidir: Biri çiftçi, diğeri asker. Biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz. İyi çiftçi yetiştirdik; çünkü topraklarımız çoktur, iyi asker yetiştirdik: Çünkü o topraklara da göz diken düşmanlar fazladır. O toprakları sürenler, o toprakları koruyan hep sizlersiniz. Bundan sonra da daha iyi çiftçi ve daha iyi asker olacağız. Lâkin bundan sonra asker oluşumuz artık eskisi gibi başkalarının hırsı, şan ve şöhreti, keyfi için değil; yalnız ve yalnız bu aziz topraklarımızı korumak içindir.

Memleketimizin her yerinde ve her noktasında olduğu gibi, siz Tarsus çiftçileri de burada tarlalarınızı çiğneyen düşmana karşı, sabanı bırakarak, silâhla karşı koydunuz. Tarsus’ta düşmanla burun buruna savaştınız. İçinizde savaşçılıkla ünlenen kahramanlar çıktı. Onlar hem kendileri için, hem memleketiniz için, hem bütün vatan için kahraman oldular. Elhamdülillâh bunlara yardım edenler, bu savaşçılara yardımcı olanlar yardımlarının mutlu sonucunu görmekten mahrum kalmadılar. O mücadeleler dünyayı hayretlere düşüren kıymetli sonuçlar verdi. Emin olunuz; böyle bir sonucu dünyada hiçbir millet kolaylıkla elde edememiştir. Milletimiz çok cevherli, çok yetenekli, diğer milletlere çok üstün olduğunu bu mücadelede gösterdiği bilinçle, kararla, kahramanlıkla çok güzel ispat etti. Bu yeteneği bundan sonra da bayındırlık alanında gösterecektir. Çiftçilerimizin gayretleriyle memleketimizin verimli tarlaları birer bayındırlık kaynağı olacaktır. Şüphesiz bu bayındırlığı, dünyadaki düşmanlara karşı savunmak için kıymetli bir ordumuz da bulunacaktır. Saygıdeğer çiftçiler, hep yalnız sizden ve askerden söz ettiğim için, buraya kadar yalnız bu iki unsur üzerinde söz söylediğim için diğer unsurlara o kadar önem vermediğim anlamını çıkarmayınız. Sırtınıza giydiğiniz elbise, ayağınıza geçirdiğiniz kunduradan en ufak şeylere kadar sanat sahiplerine muhtaçsınız.

Bütün bu ihtiyacınızı sağlamak için paranızı düşmanlara vermemek lâzımdır. Kazancınızın boşa gitmemesi için, başkalarına haraç verici olmamak için dindaşınız olan, kendinizden olan sanatkârlara koşacaksınız, onlara yardım etmek hem borcunuz, hem yararınızdır. Sonra ürünleri memleket içinde tüketmek sizin gayretinizle uyumlu olmaz. Elbette yalnız şahsi ihtiyacınızı hafifletmek için çalışmıyorsunuz. İhtiyacınızdan fazla ürünleri dışarıya gönderecek ve onları altına çevireceksiniz. Bunu yapabilmek için tüccarlara ihtiyacınız vardır. Eğer tüccarlar bizden olmazsa milli servetin önemli bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi yine yabancılarda kalacaktır. Onun için milli ticaretimizi yükseltmek zorundasınız. Bütün bu basit fakat hayati gerçekleri bilerek, bilmeyenlere de yolu ile veya zor ile anlatarak amacımıza yürüyeceğiz. Hepiniz çok güzel anlamışsınızdır ki, bizi o amaca varmaktan engelleyen iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge yapmak için gelişmemizi istemeyenlerdir. Fakat çiftçi arkadaşlar, saygıdeğer babalar, bizim için bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf daha vardır: O da içimizden çıkabilecek olan hainlerdir. Aklı eren, memleketi seven, gerçeği gören kimselerden böyle düşman çıkmaz İçimizde böyleleri çıkarsa onlar ya aklı ermeyen cahiller, ya memleketi sevmeyen kötüler, ya gerçeği görmeyen körlerdir. Biz cahil dediğimiz zaman mutlaka, mektepte okumamış olanları belirtmiyoruz. Belirttiğim ilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumasını bilmeyenlerden de, özellikle sizlerin içinizde görüldüğü gibi gerçeği gören gerçek âlimler çıkar. 

Sözlerime son verirken bir daha tekrar dikkatinizi şu noktaya çekiyorum. Paramızı, hayatımızı dış düşmanların sataşmasından kurtarmak, bu memleketin dış düşmanlara esir olmasına izin vermemek ne kadar lâzımsa, aynı zamanda ve onlardan daha fazla bir uyanıklıkla iç düşmanlara, içerideki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve onların her hareketlerini gözden kaçırmamak zorundayız. Biz ancak bu gayretle, bu duyarlılıkla çalışarak başarılı olacağız. Bütün dünya Türkiye’nin saygıdeğer varlığına imrenecek ve milletimize lâyık olduğu ve hak ettiği yüksek yeri ayıracaktır. Böyle bir milletten olduğum için çok mutluyum ve övünüyorum. (http://www.atam.gov.tr)

1 Kasım 1937’de V. Dönem, 3. Toplanma Yılı

Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıracaktır.

Fakat, bu hayati işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için, ilk önce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de her köylünün ve bütün vatandaşların, kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lâzımdır. Bu siyaset ve rejimde, önemli yer alabilecek noktalar başlıca şunlar olabilir:

Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Budan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep ve suretle, bölünmez bir mahiyet alması. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesafetine ve toprak verim derecesine göre sınırlamak lâzımdır.

Küçük, büyük bütün çiftçilerin ‹ş vasıtalarını artırmak, yenileştirmek ve koruma tedbirleri, vakit geçirilmeden alınmalıdır. Her halde, en küçük bir çiftçi ailesi, bir çift hayvan sahibi kılınmalıdır; bunda ideal olan öküz değil, beygir olmalıdır. Öküz ancak bazı şartların henüz temini güç bölgelerde hoş görülebilir. Köylüler için, umumiyetle pulluğu pratik faydalı bulurum. Traktörler büyük çiftçilere tavsiye olunabilir. Köyde ve yakın köylerde müşterek harman makineleri kullandırtmak, köylülerin ayrılamayacağı bir âdet haline getirilmelidir.

Memleketi; iklim, su ve toprak verimi bakımından, ziraat bölgelerine ayırmak icap eder. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik ziraat merkezleri kurulmak gerekir.

Bugün, devlet idaresinde bulunan çiftliklerin ve bunların içindeki türlü ziraat-sanayi kurumlarının bir kısmı, ziraat hayat ve faaliyetlerinin bütün sahalarında her türlü teknik ve modern tecrübelerini tamamlamış olarak bulundukları bölgelerde en faydalı ziraat usul ve sanatlarını yaymaya hazır bulunmaktadırlar. Bu, bakanlık için, büyük kolaylıklar temin edecektir.

Ancak gerek mevcut olan ve gerek bütün memleket ziraat bölgeleri için yeniden kurulacak ziraat merkezlerinin, sekteye uğramadan tam verimli faaliyetlerini; şimdiye kadar olduğu gibi, devlet bütçesine ağırlık vermeksizin kendi gelirleriyle kendi varlıklarının idare ve gelişmesi temin edebilmek için, bütün bu kurumlar birleştirilerek geniş bir işletme kurumu teşkil olunmalıdır.

Bir de başta buğday olmak üzere, bütün gıda ihtiyaçlarımızla endüstrimizin dayandığı türlü iptidai maddeleri temin ve dış ticaretimizin esasını teşkil eden çeşitli mahsullerimizin ayrı ayı her birinde, miktarını arttırmak, kalitesini yükseltmek, elde etme masraflarını azaltmak, hastalık ve düşmanlarıyla uğraşmak için gereken teknik ve kanuni her tedbir, vakit geçirilmeden alınmalıdır. (http://www.tarimkredi.org.tr)

….

Ayrıca Atatürk’ün farklı yerlerde ve farklı zamanlarda söylediği Türk Tarımı ile ilgili bazı cümleleri…

Memleketimizin bir tarım memleketi olduğu ve genişliği göz önüne alınırsa, bizim başlıca kuvvet ve servet dayanağımızın toprak olduğu görünür.

Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve lâyık olan köylüdür. Diyebilirim ki, bugünkü felâket ve yoksulluğun tek sebebi bu gerçeği görememiş olmamızdır. Gerçekten, yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli taraflarına göndererek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp savurganlık ettiğimiz ve bunun karşılığında daima küçük ve hor görerek karşılık verdiğimiz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşı nankörlük, küstahlık, zorbalıkla uşak derecesine indirmek istediğimiz bu gerçek sahibin huzurunda tam bir utanç ve saygı ile gerçek yerimizi alalım. Efendiler! Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını yeni ekonomik önlemlerle son dereceye eriştirmeliyiz. Köylünün çalışmasının sonuçları ve verimlerini, kendi yararı lehine son dereceye çıkarmak, ekonomik siyasetimizin temel ruhudur.

Köylü, hepimizin velinimetimizdir. Bu soylu unsurun refahını düşüneceğiz.

Devlet, temel unsur olan çiftçiyi ve çobanı kuvvetlendirmek zorunluğundadır. Bunu kuvvetlendirmek de, öyle sözle olmaz; kuvvetlenmesi arzuya lâyıktır, demekle de olmaz. Bilimin, tekniğin ve yüzyılın gerektirdiği araç ve gereçlere fiilen başvurmak gerekir.

Kılıç kullanan kol yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm olur. Fakat, saban kullanan kol, gün geçtikçe daha fazla kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikçe daha çok toprağa sahip olur.

Kılıç ile zafer kazananlar, sabanla zafer kazananlara mağlup olmaya ve bunun sonucu, yerlerini onlara bırakmaya mecburdurlar.

Dünyada zaferlerin iki aracı vardır. Biri kılıç, diğeri saban. Başka yerde de söyledim ve burada bir daha tekrarı faydalı buluyorum. Zaferinin aracı yalnız kılıçtan ibaret kalan bir millet, bir gün girdiği yerden kovulur, küçük düşürülür, sefil ve perişan olur. Öyle milletlerin sefaleti, perişanlığı o kadar büyük ve acı olur ki, kendi memleketinde bile mahkûm ve tutsak bir halde kalabilir. Onun için gerçek zaferler yalnız kılıçla değil, sabanla yapılandır. Milletleri vatanlarında tutmanın, millete oturmuşluk kazandırmanın yolu sabandır. Saban, kılıç gibi değildir; o kullanıldıkça kuvvetlenir. Kılıç kullanan kol çok geçmeden yorulduğu halde sabanını kullanan kol zaman geçtikçe toprağın daha çok sahibi olur. Kılıç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima mağlup oldu. Tarihin büyük vak’aları ve olayları, yaşamın bütün gözlemleri bunu doğruluyor.

Ben de çiftçi olduğumdan biliyorum, makinesiz tarım olmaz. El emeği güçtür. Birlesiniz! Birliklerle makine alırsınız. Yılda yüz dönüm çalışır, on misli eker, yüz misli elde edersiniz. Bir de toprağa sevdiği tohumu bulup atmalıdır. Memleketimiz, çiftçi memleketi olmaya henüz hak kazanmamıştır. Tarım memleketi olacağız. Bu da ancak makineli tarımla olur.

El emeği yeterli değildir. Makinelerden yararlanmak gerekir. Yüzyıllardan beri kullanmakta olduğumuz sabanları bir tarafa bırakacağız. Çağın ilerlemesinin gerektirdiği bütün tarım âlet ve araçlarını memlekete getireceğiz. İnsan kuvvetini makine ile karşılamak zorunluğundayız. Fakat, yalnız çalışmak, yalnız tarım âlet ve araçlarını elde etmek yeterli değildir. Çalışmanın yolunu da bilmek gerekir; bunun için de bilim gereklidir, teknik gereklidir, kültür gereklidir. Bu nedenle çiftçilerimizi, bu görüş noktasından yetiştirmek gerekir. Bu yoldan gideceğiz.

Memleketimizin genişliğini ve nüfusumuzun bu genişlikle ne kadar orantısız olduğunu da hatırlayınız. Bu geniş ve verimli toprakları işleyebilmek, işletebilmek için eksik olan el emeğini, kesinlikle teknik âletler ile gidermek zorunluğundayız. Memleketimiz, tarım memleketidir; bu nedenle halkımızın çoğunluğu çiftçidir, çobandır. Bu nedenle en büyük kuvveti, kudreti bu alanda gösterebiliriz ve bu alanda önemli yarışma meydanlarına atılabiliriz.

Memleketimiz çok geniştir, toprağımız çoktur, zamanımız da dardır. Bu geniş ve bereketli memleketi işletmek için, onun cevherlerini milletin mutluluğunu temin edecek bir servet haline koymak için, acele etmeye mecburuz. Onun için makinelerden yararlanacağız. Artık, yüzyıllardan beri kullanmakta olduğumuz eski sabanlarla, bu memleketin servet hazineleri gelişemez. Bütün çiftçilerimizin makine sahibi olması, makine kullanmasını bilmesi, makine yapacak kuruluşlara sahip olması gerekir.

Bu da yeterli değildir efendiler! Eğer biz, bu çalışmanın ürününü tarlada, köyde, harmanda çürümeye bırakırsak, halkın çalışması ödül-süz kalır. Gerekir ki, bu ürünler dışarıya da iletilebilsin. Onun için de yollar gereklidir, çeşitli taşıt araçları gereklidir; demiryolu, otomobil ve diğerleri… Ne hazindir, efendiler! Konya, Eskişehir, şurası ve burası birer hazine olduğu halde araçsızlık yüzünden başka taraflara iletilemiyor. Gereksinmemiz olan bir kısım buğdayı dışarıdan getirtiyoruz; böyle şey olur mu?

Millî ekonominin temeli tarımdır. Bunun içindir ki, tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu amaca erişmeyi kolaylaştıracaktır. Fakat, bu yaşamsal işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için, ilk önce ciddî incelemelere dayalı bir tarım siyaseti belirlemek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek uygulayabileceği bir tarım rejimi kurmak gerekir. Bu siyaset ve rejimde, önemli yer alabilecek noktalar başlıca şunlar olabilir: Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep ve suretle, bölünmez bir nitelik alması. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri toprak genişliği, toprağın bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınırlanmak gerekir.

Küçük, büyük bütün çiftçilerin iş araçlarını artırmak, yenileştirmek ve korumak önlemleri, zaman geçirilmeden alınmalıdır. Memleketi, iklim, su ve toprak verimi bakımından, tarım bölgelerine ayırmak gerekir. Bu bölgelerin her birinde, köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları verimli, modern, pratik tarım merkezleri kurulması gerekir.

Bugün, devlet yönetiminde bulunan çiftliklerin ve bunların içindeki türlü tarım-sanayi kurumlarının bir kısmı, tarım yaşam ve faaliyetinin bütün alanlarında her türlü teknik ve modern deneyimlerini tamamlamış olarak, bulundukları bölgelerde en faydalı tarım yöntem ve sanatlarını yaymaya hazır bulunmaktadırlar. Bu, Bakanlık için büyük kolaylıklar temin edecektir. Ancak, gerek mevcut olan ve gerek bütün memleket tarım bölgeleri için yeniden kurulacak tarım merkezlerinin, kesintiye uğramadan tam verimli çalışmalarını, şimdiye kadar olduğu gibi, devlet bütçesine ağırlık vermeksizin kendi gelirleriyle kendi varlıklarının yönetim ve gelişimini temin edebilmeleri için, bütün bu kurumlar birleştirilerek geniş bir işletme kurumu oluşturulmalıdır. Bir de, başta buğday olmak üzere, bütün gıda gereksinimlerimizle endüstrimizin dayandığı türlü ham maddeleri temin ve dış ticaretimizin esasını oluşturan çeşitli ürünlerimizin ayrı ayrı her birinde, miktarını artırmak, kalitesini yükseltmek, elde etme giderlerini azaltmak, hastalık ve düşmanlarıyla uğraşmak için gereken teknik ve yasal her önlem, zaman geçirilmeden alınmalıdır.

Çiftçiye toprak vermek de, hükümetin ara vermeksizin izlemesi gereken bir husustur. Çalışan Türk köylüsüne işleyebileceği kadar toprak temin etmek, memleketin üretimini zenginleştirecek başlıca çarelerdendir.

Her Türk çiftçi ailesinin, geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması, kesinlikle gereklidir. Vatanın sağlam temeli ve bayındır hale getirilmesi, bu esastadır. Bundan fazla olarak, büyük toprağı modern araçlarla işletip vatana fazla üretim sağlanmasını özendirmek isteriz.

Çok değerli ve çok güzel ürünlerimizden biri olan tütünün tarım yöntemlerini düzeltmek, çiftçileri ürününü işletmek ve değer fiyatıyla satmak bakımından aydınlatmak ve korumak, tütünlerimizi dünya piyasalarına daha çok tanıtarak dış satımını en yüksek dereceye çıkarmak yolundaki çabalar iyi sonuçlar vermektedir. 

Orman servetimizin korunması gereğine ayrıca işaret etmek isterim. Ancak, bunda önemli olan, koruma esaslarını, memleketin türlü ağaç gereksinimlerini devamlı olarak karşılaması gereken ormanlarımızı dengeli ve teknik bir şekilde işleterek yararlanmak esasıyla uygun bir şekilde uzlaştırmak zorunluğu vardır.

Gerek tarım ve gerek memleketin servet ve genel sağlığı bakımından önemi kesin olan ormanlarımızı da çağdaş önlemlerle iyi halde bulundurmak, genişletmek ve en çok fayda temin etmek, esas ilkelerimizden biridir.

Tarımda kalkınmayı kolay ve çabuk yapmak için şartlar, çok ilerlemiş ve hazırlanmıştır. Yeni bir biçimde ve yeni makineler kullanarak iyi bir kuruluşla yapılacak yardımların ivedi sonuçlar vereceğini görüyoruz. Kooperatif kuruluşları her yerde sevilmiştir. Kredi ve satış için olduğu kadar, üretim araçlarını öğretip kullandırmak için de kooperatiften yararlanmayı mümkün görüyoruz.

Tarımda, hastalıkları önleme çalışmalarına önem vermek gereklidir.

Toprak Kanununun bir sonuca, varmasını, Kamutayın yüksek çalışmalarından beklerim. Her Türk çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması, kesinlikle gereklidir. Vatanın sağlam temeli ve imarı buna dayanır. Bundan başka, büyük araziyi modern araçlarla işletip vatana fazla üretim sağlanmasını da özendirmek isteriz.

Deniz ve deniz ürünleri ticaret ve endüstrisi önemli bir konumuzdur.

İş Kanunu’nun uygulanması için gereken kuruluşun işlerliğe geçirilmesi gereklidir. Ayrıca, deniz ve tarım işçileri için de yeni yasalar hazırlanmalıdır.

Bu yıl Ziraat Bankasının yeni kanun tasarısı, çalışma konularımız sırasında olacaktır.

Hayatı ucuzlatmak gerektikçe, vergileri indirmek politikasını sürdüreceğiz. Tuz, şeker, çimento, hayvan vergilerinde iki yıl içinde yaptığımız cesur indirimler, her bakımdan yararlı olmuştur.

Atatürk’ün 4 ayrı konuşmasından aynen aldığım ve ayrıca farklı yerlerde söylediği sözlerden alınmış bu cümleler ve anlamları bugün tarımda yaşadığımız ve gelecekte de yaşamamız muhtemel olan kronik sorunların çözümü niteliğindedir.

Aslında bir Ziraat Mühendisi olarak düşündüğümde bu cümlelerin üniversitelerde öğrencilere okutulmaması çok üzücü bir durumdur.

Ziraat Fakültelerinde ders programlarına “Atatürk ve Tarım” başlığı altında uzun soluklu bir ders eklenmesi ile ülkemizin tarım ve gıda alanında gelişmişliğini iyi yönde geliştireceği kanısındayım.

Atatürk ölümüne kadar, Türk Tarım ve Gıda sektörü adına geçerliliğini kaybetmiş, halkı sömüren yapıyı ortadan kaldırmış ve pek çok yenilik yapmıştır. Türk Tarımını geleceğe hazırlamak adına Türk Devrim Tarihine altın harflerle işlenen pek çok başyapıtı gelecek nesillerle hediye etmiş veya edilmesine neden olmuştur.

Atatürk’ün önderliğinde ki Türkiye Cumhuriyeti’nin o tarihlerdeki en önemli konuları arasında; köylüden ağır vergileri kaldırmak, köye para ve kredi sağlamak, köylünün ürününü geliştirme ve korumak, köylünün bilgi ve görüşünü yükseltmek ve toprağı olmayan çiftçilere toprak dağıtmak ile ziraatı köyde yaşayan halka en iyi şekilde anlatacak, gelişmeleri takip edecek, tarım politikalarını belirleyecek bir eğitimli kesimin oluşturulması geliyordu.

Bu aşamada kısaca bazı önemli gelişmeleri de hatırlamakta fayda var.

17 Şubat 1925 tarih ve 552 sayılı kanunla “aşar vergisi” kaldırıldı. Verginin kalkması devlet gelirinin oranında azalmasına neden olacağı için pazara sunulan ürünlerden yerel ya da piyasa fiyatı üzerinden %8-10 oranları arasında değişen vergi alınması öngörüldü.

Tarım sektörüne bilimsellikten yana, gelişime aç, hür düşünebilen, köy aydınlanmasını sağlayabilecek ve toprak devrimini gerçekleştirebilecek kadroların hızlı bir şekilde yetiştirilmeye çalışıldı. 17 Haziran 1927 de çıkarılan “Ziraat Eğitiminin İyileştirilmesi Kanunu” ile Ankara’da Yüksek Ziraat Mektebi ve Yüksek Veterinerlik Enstitüsü açıldı. İleri düzey teknik eğitim alması için yurt dışına çok sayıda öğrenci gönderildi. Bursa’da İpekböcekçiliği Enstitüsü; Antalya, Diyarbakır, Edirne ve Erzincan’da İpekböceği Okulları; İzmir’de, Erzincan, Kastamonu, Konya, Çorum, Sivas, Erzurum, Edirne ve Kepsut’ta çok yönlü ziraat okulları açıldı.

Bütün mali imkansızlıklara karşın, hayvancılık koruma altına alındı. Hayvancılık yapan çiftlikler desteklendi. Damızlık hayvan dağıtıldı. Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Eskişehir, Kırklareli, Kayseri, Adana, Diyarbakır, Sivas, Erzurum ve Kars’ta hayvan pazarları açıldı.

1928 yılında, “Hayvan Sağlık Zabıtası Kanunu” adlı bir yasa çıkarıldı. Türk veterinerliğine yeni bir boyut kazandıran ve o dönemde kimi gelişmiş ülkelerde bile bulunmayan yaklaşımlar içeren bu yasanın uygulanması, 1931’de çıkarılan 517 maddelik kapsamlı “Hayvan Sağlık Zabıtası Nizamnamesi”yle tüm ülkeye yayıldı.

Köylüye üretim sermayesi sağlamak amacıyla uzun vadeli ve faizsiz krediler sağlandı, Ziraat Bankası’nın kredi şartları kolaylaştırıldı,

1924’te Zirai İtibar Birlikleri Kanunu çıkarıldı. Bu yasayı tamamlamak üzere 1929’da, 1470 sayılı Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu kabul edildi. Bu yasayla, güvence (teminat) gösterecek malı olmayan ‘çalışkan ve girişimci’ çiftçilerin, ‘kişisel itibar’ üzerinden ‘masrafsız ve kefilsiz’ kredi bulabilmeleri amaçlandı. Köy ekonomisinde, ‘gerçek ve derin bir devrim hareketi’ olan krediyi çiftçinin ayağına götürme uygulamasıyla büyük başarı elde edildi.

Halka parasız fidan verildi.

Tarım aletleri, makineleri ve ilaçlarının satın alınarak halka tanıtılması amacıyla 1937 yılında Zirai Kombinalar İdaresi kuruldu.

Zirai Donatım Kurumu, çiftçinin tarım aleti, makine ve kimyasal gübre ihtiyacı sağladı.

Atatürk’ün direktifiyle çağdaş tarımın gerekliliği için, Ankara Ziraat Yüksek Mektebi, 1930 yılında İstanbul, Bursa, İzmir ve Adana’da birer orta ziraat okulu açıldı.

1925’de kabul edilen bir kanunla birlikte; devlete ait arazilerin, uygun bir arazi yoksa devlet tarafından arazi alınıp köylüye dağıtılmasına başlandı. İlk on yılda köylüye 1 milyon dönümü aşkın arazi dağıtıldı.

Toprak sahibi olan köylünün toprak, tohumluk, tarım araçları borçlarının 20 yılda ödenmesi sağlandı.

İlk işletilen arazi, yeni yetiştirilmeye başlanan fidanlıklar, bağlar ve zeytinliklerden belirli bir süre için vergi alınmaması kuralı kabul edildi.

Bilim ön planda tutularak, Ar-Ge‘ye önem verildi, eğitime önem verildi, kooperatifleşme desteklendi.

Toprağın ve doğal kaynakların korunacağı şekilde tarım politikaları belirlendi.

Devlet bütçesine yük olmadan ayakta kalacak ve modern tarımcılığı uygulayacak örnek devlet çiftlikleri kuruldu.

Atatürk 1925 yılından itibaren kendisine ait çiftliklerde geleneksel tarım anlayışını kökten değiştiren uygulamalar gerçekleştirdi; köylüye örnek oldu. Atatürk'ün Ankara'da Gazi Orman Çiftliği, Silifke'de Tekir, Yalova'da Baltacı, Tarsus'ta Piloğlu, Dörtyol'da Karabasamak çiftlikleri ve Ankara'da Bira Fabrikası vardı. Bu işletmeler 1925 yılından beri tarımda yeniliklerin uygulatılması ve yaygınlaştırılmasında kullanılıyordu. Atatürk bunları 1937 yılı Haziran ayında devlete bağışladı.

24 Haziran 1938’de, Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu.

Hükümet, buğday fiyatını korumak için gerekli gördüğü zaman Ziraat Bankası ve Toprak Mahsulleri Ofisi aracılığı ile buğday alım satış işlerini de üzerine aldı.

Yıl 2021…

  • Gelişmiş ülkelerin gıda atıkları fakir ülkeleri doyurabilecek miktarda.
  • Yaşama sınırında olup da gıda yardımına ihtiyaç duyan ülke sayısı iyice artmış halde.
  • Ülkelerin yakınlaşmaları ve düşman olmaları tarımsal ürünlere dayanmış durumda.
  • Artık ülkelerin yoksulluk sınırını veya güçlülük sınırını; su ve gıda kaynakları ve bunların ticareti belirler pozisyonda.
  • Tarım ürünlerine dayalı gıda sanayisi her geçen gün büyüyor.
  • Pandemi koşulları tarımı, gıdayı ve suyu iyice öne çıkarmış durumda.
  • Yaşayacak bir “Dünya Anamız” kalmayabilir mi? sorusu herkesin aklında.
  • Yerel ürünler ve yerel üretim pandemi koşullarından daha güçlü çıktı böylece yerel etkisini herkese göstermiş oldu.
  • Çevre kirliliği ve iklim değişiklikleri günümüzün en önemli tehditleri olarak karşımızda.

 

Sonuç…

DÜNYANIN EN GÜÇLÜ SAVAŞ SİLAHLARI

TARIM ve GIDA ÜRÜNLERİ İLE SU

Geleceği görmek, aydın fikirlilik, bilimsellik, okuyup düşünebilme - yorumlayabilme kabiliyeti ile o günlerden bu günleri gören ve önlemlerini almaya çalışan Modern Türk Tarımının da öncüsü:

Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK

 

KAYNAKÇA             :

  • GÜRBÜZ, M., 1989. Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığı’nın Tarihi Gelişimi, TODAİ Uzmanlık Tezi, Ankara.
  • DEMİRCİ, R., ÖZÇELİK, A., 1990. Tarım Tarihi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Yayın No:1186, Ankara.
  • ÖZ, M., 2000b. Osmanlıda Klasik Dönemde Tarım, Yeni Türkiye Yayınları, Cilt:3, Ankara.
  • YAVUZ, F.,2005 Türkiye’de Tarım, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Yayınları.
  • ÖZÇELİK, A., Tarım Tarihi ve Deontolojisi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Ders Notları.
  • BARKAN, Ö.L., 1980 Türkiye’de Toprak Meselesi, Gözlem Yayınevi
  • AVCIOĞLU, D., 1996 1835 den 1995 e Milli Kurtuluş Tarihi, Tekin Yayınevi.
  • ÖGEL, B., 2014 Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
  • ÖZGÜN, C., 2014 1844-1914 Bereketli Topraklarda Üretmek ve Paylaşmak, İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları.
  • SERÇE, E., YETKİN, S., 2011 120. Yılında İzmir Ticaret Borsası Tarihi, İzmir Ticaret Borsası Yayınları, Yayın No: 90, İzmir.
  • KEYKUBAT, B., 2017 Türkiye Yönünü Bir An Önce Seçmeli, İzmir Ticaret Borsası Dergisi Sayı:98, Sayfa:38
  • KEYKUBAT, B., Apelasyon E Dergi https://apelasyon.com/yazi/54/
  • ÇAMUROĞLU, G., 2009 Türkiye Cumhuriyeti Toprak Reformu ve Milli Burjuvazi Yaratma Çabası, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: XIII, Sayı:1-2
  • ERKUN. V., 1988 Atatürk Döneminde Tarım Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XIV, S:42
  • İNCİ. İ., 2010 Atatürk’ün Yönerge ve Öğütleri Işığında Türk Tarımındaki Gelişmeler 1923-1938, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 77, Cilt: XXVI
  • ÖZTÜRK. S., YILDIRMAZ, F., 2009 Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Çöküşü ve Atatürk Dönemi İktisat Politikaları, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:10, Sayı:2
  • DOĞAN, H., Atatürk’ün İşlevsel Eğitim Anlayışı
  • AYBARS, E., 2006 Atatürk ve Modernleşme, Zeus Kitapevi.
  • 16 Mart 1923’de Türk Ocağı binasında Adana Çiftçileriyle konuşma, ASD II, s. 127.
  • ATATÜRK Büyük Nutuk (Söylev), 15-20 Ekim 1927
  • AYBARS, E., 2014 Bir Uygarlık Örneği: Türk Devrimi, Zeus Kitapevi.
  • AYBARS, E., 2000 Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ercan Kitapevi.
  • AYBARS, E., 1987 Milli Mücadelede İngiliz Basını I,II 1920-1923 Sevr’den Lozan’a.
  • TEZEL, Y.S., 1994 Cumhuriyet Dönemi’nin İktisadi Tarihi 3.Baskı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları
  • KAYA, Y., 2001 Bozkırdan Doğan Uygarlık Köy Enstitüleri l.Cilt, Tiglat Matbaacılık
  • DONAT, İ., Atatürk’ün Tarım Politikası, Tarım Analiz-BloombergHT.
  • KARAGÖZLÜ, C., 29.10.2004 Atatürk ve Türk Tarımı, Akşam Gazetesi
  • YILDIRIM, A.E., Mustafa Kemal Atatürk ve Tarım İle İlgili Düşünceleri
  • KAYMAKÇI, M., 2015, Siyasi Partilerin Tarım Politikaları Nasıl Olmalı Süt Dünyası Dergisi
  • BORATAY, K., 2004, Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm İmge Kitap Evi Yayınları 3. Baskı.
  • Beş Yıllık Kalkınma Planı Tarımsal Politikalar ve Yapısal Düzenlemeler Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara: DPT.
  • ÇAKMAKÇI, L., Dünyada ve Türkiye’de Kırsal Kalkınma, http://ankaenstitusu.com
  • http://www.ciftcikulubu.net/ataturk-ve-tarim/
  • http://agrikem.com/once-tarim-ataturk-ciftlikleri/
  • http://www.tarimkredi.org.tr

Yazar: Bilge Keykubat

 

YAZAR: Bilge KEYKUBAT

 

Yayınlanan bu makale aksi belirtilmedikçe İzmir Ticaret Borsası ‘nın görüşünü yansıtmaz.

 


 

Geri dön

Bu internet sitesinde sizlere daha iyi hizmet sunulabilmesi için çerez kullanılmaktadır. Çerezleri nasıl kullandığımız hakkında daha fazla bilgi için Çerez Politikamız’ı ziyaret edebilirsiniz. Çerez kullanım tercihinizi belirtiniz: